Yenigün Yazarı Sn. Şefik Koldaş’ın, Adnan Oktar’a Duyduğu Gizli Hayranlık

By gundem
8 Min Read

ADNAN OKTAR’DAN BASIN DUYURUSU

YENİGÜN YAZARI SN. ŞEFİK KOLDAŞ’IN MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’A DUYDUĞU GİZLİ HAYRANLIK

İzmir ve çevresinde yayınlanan Yenigün isimli yerel gazetenin köşe yazarlarından Sayın Şefik Koldaş, müvekkile olan gizli hayranlığını dile getirdiği 22 Ekim tarihli köşe yazısında, müvekkil Adnan Oktar’dan ve 40 yılı aşkın süredir devam eden ilmi, imani, kültürel çalışmalarından uzun uzadıya bahsetmiştir. Yazının genelinde doğru olmayan bazı itham ve iddialar bulunmakla birlikte, Sayın Koldaş’ın kullandığı dil ve üsluptan müvekkil ve arkadaşlarına gizli bir hayranlık duyduğu fark edilmektedir.

Müvekkil bu vesileyle Sayın Koldaş’a teşekkürlerini iletmekte, yazıda geçen doğru olmayan itham ve iddiaların cevaplarını ve kamuoyundan gizlenen bazı gerçekleri kendisiyle ve kamuoyuyla paylaşmak istemektedir.

BİRİNCİSİ: ÖRGÜT DEĞİL SEVGİ BİRLİĞİ

Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının birlikteliğinde şaşılacak veya akla yatmayacak bir durum yoktur. Müvekkilin “Harun Yahya mahlası ile kaleme aldığı eserlerinde de anlattığı gibi temeli Allah sevgisinden kaynaklanan sevgi anlayışını kavrayan, tanıyan her insan HAYATINI ÇOK SEVDİĞİ, GÜVENDİĞİ ve KENDİSİNE YAKIN HİSSETTİĞİ KİŞİLERLE BİRLİKTE GEÇİRMEK İSTER.

Hayatlarını İslam dininin, Kur’an ahlakının düsturlarına göre yaşamaya niyetli tüm samimi Müslümanlar gibi müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları da DİNDAR BİR ARKADAŞ GRUBU OLARAK BİRLİKTE YAŞAMAKTAN ZEVK ALAN İNSANLARDIR.

Yani müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının yaşam tarzlarının ve bir arada bulunmalarının temelinde, Allah sevgisi ve bu sevgiden kaynaklanan birbirlerine karşı duydukları saygı dolu bir sevgi ve bağlılık yatmaktadır.

Kaldı ki bu durum sadece müvekkil ve arkadaşlarına has bir talep veya uygulama da değildir. Türkiye’deki ve hatta dünyadaki bütün dindar arkadaş grupları, cemiyetler, cemaatler benzer şekilde birlikte bir hayat kurar, birlikte olmaktan zevk alır, birlikte çalışır, birlikte faaliyet gösterir, yaşar, birlikte ibadet ederler. VE BU DURUM ONLARI HİÇBİR ŞEKİLDE SUÇ ÖRGÜTÜ YAPMAZ.

Eğer ki müvekkil ve arkadaşlarına yapıldığı gibi birlikte yaşayan, gönül birliği içinde birlikte hareket eden ve birbirine benzer tercihleri olan dindar insanların suç örgütü olduğu gibi bir ön kabul ile hareket edilecek olursa bu durum, Türkiye için çok tehlikeli bir adım olacaktır.

İKİNCİSİ: ŞANTAJ KASETLERİ İDDASI BİR ŞEHİR EFSANESİDİR

Yazıdaki iddiaların aksine, ORTADA GİZLİ ÇEKİLMİŞ TEK BİR KASET YA DA GÖRÜNTÜ OLMADIĞI GİBİ, TEHDİT EDİLİP ŞANTAJA MARUZ KALDIĞINI İDDİA EDEN HERHANGİ BİR KİMSE DE YOKTUR.

Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaş çevresine yönelik, gerek 1999’da gerekse 2018’de düzenlenen polis operasyonlarında tek bir şantaj kasetine, kaydına veya görüntüsüne rastlanmamıştır; ÇÜNKÜ YOKTUR.

Eş zamanlı ani baskınlarla, düzenlenen her iki polis operasyonunda, müvekkil ve arkadaşlarına ait 200’ün üzerinde ev ve iş yeri kapsamlı şekilde aranmış, tüm kişisel ve iş yeri bilgisayarlarına, cep telefonlarına el konulmuş, her biri Siber Şube tarafından incelenmiş, ailelerinin evleri dahi aranmış ancak tek bir gizli kamera düzeneğine, tek bir şantaj kasetine, hatta şantajı ima edecek tek bir tane karineye dahi rastlanmamıştır. Hatta bazı evlerin bahçeleri iş makinalarıyla kazılmış, delik deşik edilmiş yine de herhangi bir şantaj kaseti ya da malzemesi bulunmamıştır.

Bunun yanı sıra 2018 Temmuz ayında düzenlenen polis operasyonu öncesinde 2 yıl boyunca fiziki ve teknik takip de yapılmış, müvekkil ve arkadaşları adım adım izlenmiş, evleri, iş yerleri, ailelerinin ve arkadaş çevrelerinin evleri, bulundukları her yer gözlem altına alınmış, kimlerle bağlantı içinde oldukları tespit edilmiş, tüm telefonları dinlenmiş ancak sonuç değişmemiş, ortaya yine şantaj iddialarına dair tek bir tane bile somut bulgu, belge, vb. delil konulamamıştır.

Bunca yıldır tek bir tane dahi şantaj kaseti bulunmadığı için de 11 Temmuz 2018 operasyonu sonrasında müvekkilin eserlerinden hazırlanan belgesellerin kasetleri ve A9 Televizyonu’nun RTÜK mevzuatı gereğince kanunen arşivlemek zorunda olduğu canlı yayın kayıtlarının bulunduğu kasetler, sanki suç üstü ele geçirilmiş şantaj kasetleriymiş gibi dizilip kamuoyuna sergilenmiştir.

Bu asılsız iddianın geçersizliğine bir başka delil ise, eğer ortada bir şantaj kaseti olsa, Yerel Mahkeme tarafından, duruşmalarda müvekkil ve arkadaşlarına; Niçin Evlenmediniz? Kaç Rekat Namaz Kılıyorsunuz? Neden Bedelli Askerlik yaptınız? gibi hiçbir suç konusu içermeyen, suçlamalarla alakası olmayan özel hayata ilişkin sorular sorulacağına, MAHKEMENİN BU GÖRÜNTÜLERE ODAKLANACAĞI kaçınılmaz bir gerçektir.

Özetle, güya “gizli çekilmiş tehdit-şantaj kasetleri olduğu” iddiasının, müvekkil ve arkadaşlarını karalayıp aleyhlerinde olumsuz bir kamuoyu algısı ve infial oluşturmak amacıyla medya tarafından uzun yıllardan bu yana kullanılan bir şehir efsanesi olduğu, yargılama sürecinde bir kez daha ispatlanmıştır.

Üçüncüsü: KİTAPLARI BAŞKALARI YAZDIYSA BU BAŞKALARI NEDEN ŞİMDİ YAZAMIYORLAR

Yıllardır tekrar edilen ve hiçbir mantıklı zemine oturmayan, güya kitapları başkalarının yazdığı hikayesi MÜVEKKİLİN KİTAP YAZMA KONUSUNDAKİ BAŞARISININ HAZMEDİLEMEMESİNDEN DOLAYIDIR.

Müvekkilin kitapları, dünya çapında olağanüstü başarılar elde ettikçe, materyalist ideolojileri yıkıma uğrattıkça, insanlara en temel gerçekleri en mükemmel üslup ve anlatımla sundukça ve insanların imanına vesile oldukça, bazı kesimlerde bir hazmedememe durumu oluşmakta ve hep aynı hikaye -kitapları güya başkalarının yazdığı hikayesi- tekrar edilmektedir.

Kitapları başkalarının yazdığı iddiası, aslında oldukça ilginç bir iddiadır. Çünkü şimdiye kadar bu iddia ile ortaya çıkanların tümü, kitapları yazdığını iddia ettikleri kişilerin isimleri konusunda, HİÇBİR ZAMAN ORTAK BİR PAYDADA BULUŞAMAMIŞLARDIR. Gerek Sayın Koldaş’ın gerekse başkalarının verdiği isimler, genel olarak hep MÜVEKKİLİN ARKADAŞ ÇEVRESİNDEN EN AZ 15-20-30 SENE ÖNCE AYRILMIŞ KİŞİLERDİR.

  • Bir kısım, kitapları İsa Tatlıcan’ın yazdığını iddia etmiştir. (Ama İsa Tatlıcan, en az 20 yıl önce müvekkilin arkadaş grubundan ayrılmıştır.)
  • Bir kısım, kitapları Nurettin isimli bir şahsın yazdığını iddia etmiştir. (Ama Nurettin isimli şahıs 30 yıl önce müvekkilin arkadaş grubundan ayrılmıştır.)
  • Sayın Şefik Koldaş ise, kitapları Mustafa Akyol’un yazdığını iddia etmiştir. (Ancak Mustafa Akyol da, 20 yıldan uzun bir süre önce müvekkilin arkadaş grubundan ayrılmıştır.)

Bu ve bunun gibi isimlerin tümü, uzun zaman önce müvekkilin yakın çevresinden ayrılmış olan kişilerdir. ANCAK MÜVEKKİLİN KİTAPLARI, BU KİŞİLERİN AYRILMALARINDAN SONRA DA DEVAM ETMİŞ, HATTA DAHA DA ARTMIŞTIR. Bu kişilerin ayrılmasından sonra yüzlerce kitap, müvekkil Adnan Oktar’ın külliyesinde yerlerini almıştır.

Ayrıca, şayet böyle bir vizyona ve yeteneğe sahip kişiler vardıysa, ACABA BU KİŞİLER, MÜVEKKİLİN ARKADAŞ GRUBUNDAN AYRILDIKTAN SONRA NEDEN YENİ KİTAPLAR ÜRETMEMİŞLERDİR; bunu da sormak gerekir.

Tüm bunların dışında müvekkilin eserlerinin en dikkat çeken özelliklerinden birisi de tüm kitapların, AYNI ÖZGÜN ÜSLUPTA yazılmış olmasıdır. Yani MÜVEKKİLİN TÜM KİTAPLARINA TEK BİR ÜSLUP HAKİMDİR.

Şayet bu kişilerin iddiası doğru olsa, kitapları yazdığı iddia edilen farklı kişilerin, farklı üslupları olması gerekirdi. Her kitabın başkaca bir anlatım içermesi gerekirdi. Elbette böyle bir durumun olmadığını, tüm kitapları müvekkilin kendisinin yazdığını, keza kitaplarda işlenen konuların canlı yayınlar sırasında müvekkilden ilk kez duyulan konular olduğunu, bu gerçekdışı iddiayı ortaya atanlar da gayet iyi bilmektedir.

Kamuoyunun bilgilerine saygılarımla bilvekale sunarım. 29.11.2025

Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir